Google Analtytics

27 Ekim 2009 Salı

Stockholm Syndrome (1)

İSKANDİNAVYA 'NIN BAŞKENTİ STOCKHOLM




Herkes ondan İskandinavya'nın kraliçesi olarak bahsediyor. Dergiler, web siteleri Stockholm Style diye ayrı bir fenomen oluşturmuşlar."Beyaz Geceler" diyince akla yine orası geliyor. İskandinavya'nın başkentini hangi arama motorunda araştırsanız, hangi dergide okusanız anlata anlata bitiremiyorlar. Biz de Kopenhag sonrası İskandinavya meraklısı olup çıkmışız madem, THY 'nin en uygun seferine atlayıp bir Haziran günü Stockholm'e uçuyoruz.



Havaalanından otelimizin bulunduğu old town Gamla Stan 'a en yakın yere gidebilmek için alternatif çok.. ama bizim gibi bavuluyla aynı boyda olan insanlar için maddi manevi en uygun yöntem : tren :)
Bizim expresslerin yanında 5 yıldızlı otel kıvamında olan Arlanda Express hızlı treniyle ne olduğunu anlayamadan Stockholm'ün merkezine varıyoruz.
Bir önceki sene, aynı zamanlarda Kopenhag 'da donma tehlikesi geçirirken burda oldukça ılık ve güzel bir hava bizi karşılıyor.Millet kısa kollularla, askılılarla sokaklarda..

Gecesi 750 Kron 'a -ortalama 75 euro- konakladığımız Best Hostel 'in duşlu tuvaletli en lüks odası o kadar küçük ki içeri hem biz hem bavullarımızla sığmak oldukça zor.Tamamen isveçharikası İKEA ile döşenmiş otel odamızı, içinde yaptığımız kritik değişikliklerle adım atılabilir hale getirdikten sonra kendimizi sokaklara atıyoruz.

Otelimiz ultra küçük odasına rağmen aslında gerçekten "süppeeeer" bir lokasyona sahip. Stockholm haritasının merkezindeki Gamla Stan 'dayız.





















Ama Gamla Stan'ın mis gibi waffle kokan sokaklarından geçtikten sonra Norrbro köprüsünü de aşıp, çevremizde kraliyet sarayı manzarasıyla Stockholm'ün kuzey kısmına doğru yol alıyoruz. Amaç şu sık sık kullandığım google earth de Stockholm'ün merkezi olarak yer alan Sergels Torg 'u bulmak. Orayı bulursam herşeyi bulurum anlayışındayım.



Burda aslında yapılacak şeyler ikiye ayrılıyor. Haritayı elinize aldığınızda ya Weekday, PUB vs gibi mağazaların olduğu Kungsgatan ve devamındaki Hötorget tarafına gitmek ya da daha pahalı mağazaların bulunduğu "Küçük Paris" : Birger Jarlsgatan'a... Önümüzde gezecek yer çok olduğu kadar günümüz de çok. :) Yol bizi Birger ' götürüyor.



MADE IN SWEDEN : H&M








Burda bir Avrupa Klasiği olarak değerlendirilen H&M i gördüğünüz yeri alışverişin kalbi olarak benimsemek yanlış olur çünkü gittiğimde öğrendiğim bir gerçek H&M 'in İsveç markası olması. Dolayısıyla İstanbul'un her köşesinde ne kadar bakkal varsa burda da o kadar çok H&M var. Kulağa hoş geliyor biliyorum ama köşe başında gördüğünüz her H&M , her yerde olduğu kadar dolu ve karmaşık. Dolayısıyla her seferinde değişik birşey gördüğümü iddia eden ben bi noktadan sonra ilk günden yorgun düşüyorum :)



H&M krizimin geçmesini bekledikten sonra, belki de Stockholm'ün en keyif aldığım noktalarından biri olan Stureplan 'a varıyoruz.






Stureplan , elite tabakanın buluşma noktası. Oturduğumuz yerde herkesin gündüz vakti bile beyaz şaraplarını içtiğini , somonlu salatalarını yediğini görebiliyoruz. E tabi hazır İskandinavya'nın göbeğindeyken somon'un dibine vurmazsak olmaz.:)













İlk gözümüze çarpan mekan : Sturehof





Beyaz saçlı ,takım elbiseli yıllanmış isveç'lilerden tutun, iş arasında bir drink atmak için gelen yakışıklı sarışın erkekler, bebek arabalı , tamamen marka giyinen 30'lu yaşlardaki , iskandinavya'nın hakkını veren kadınlar, gençler.. Yüksek gelirli kesimden her yaşta insan burada.



Birbirinden güzel salatalar, değişik sandviçler arasından seçtiklerimizle, yemekte masaya tereyağ ile getirilen isveç ekmekleri , ve tabiki somon, öğlen yemeğimizi renklendiriyor.



Üstelik Stureplan'da ilgi çeken tek mekan burası da değil. Etrafa baktığınızda gündüz ya da gece farketmeden şık giyimli bir çok isveçli'yi Stureplan'daki her restaurant veya cafe 'de salınırken görüyorsunuz.



İkinci popüler mekan ise bir uzakdoğu lokantası: East



Birçok yer gezmiş ve birçok restaurant'ta gurme edasıyla(!) yediğim yemeklerden sonra gururla söyleyebilirim ki East benim en çok beğendiğim restaurant'lar arasında ilk 5 e giriyor. Menu o kadar zengin olmasına rağmen herşeyden yemek istiyorum ve 2 kişinin yiyebileceği max siparişi veriyoruz. Yemekler o kadar lezzetli ki : özellikle sebzeli pancake giden herkesin yemesi gereken tadı damakta kalan bir başlangıç.Sonuç 5yıldız.:)



Stureplan'da ilgi çeken diğer kalabalık mekanın ismi meçhul: Belki de ben hatırlayamıyorum . Ama meydandaki Sture adındaki pasaja girmeden, Sturehof'un yanında göreceğiniz tentenin altındaki kalabalık kendini belli edecektir. Saydığım 3 yerden tek mutfaksız olanı bu! İstediğiniz tipte kıyafetle topuklu ya da parmak arası terlik, keyifle sohbet edebileceğiniz ve içkinizi yudumlayabileceğiniz bir yer. Stockholm'ün yazın kararmayan beyaz gecelerini burada sonlandırmak keyifli olabilir.
Not: Yaş sınırı var kapıda mutlaka kimliğe bakıyorlar.
Bir dahaki yazıda alışveriş yerlerinin kirli çamaşırlarını ve bütün sırlarını ortaya dökücem !!Şimdilik hoşçakalın :)


















26 Ekim 2009 Pazartesi

I ♥ CPH (2)

Bu şehre adımımızı ilk attığımız saatlerde otelimizin yakınlarından gelen acı çığlıklar ve bağırışlar ve sanki doğranıyormuş gibi bağıran senkronize insan sesleri birbirimize korku dolu gözlerle bakmamıza yol açmıştı. Oysa bu efsane çığlıkların sebebi sadece bir eğlence parkı. Ve karşınızda İskandinavya'nın bir numaralı Avrupa 'nın 3. en büyük ve popüler eğlence parkı ; "Tivoli"!!!







Adam başı aşağı yukarı euro hesaplamasıyla 40 euro 'ya patlayan bir girişle çığlık makinesinin tam ortasındayız. İşin ilginç tarafı içeride çocuktan çok yetişkinler var. Bir trenin bitişinden, diğer trene doğru koşuşturuyorlar kalabalıklar halinde.


Çok düzlük bir ülkede , çok düzlük bir alana inşa edildiği için Tivoli'nin her köşesi önceden tahmin edemeyeceğiniz sürprizlerle dolu. Dev tren raylarının arkasına dolandığınızda inanılmaz yüksek bir kule, onun arkasına geçtiğinizde de ağaçlar tarafından gizlenmiş insanı çalkalayan bir canavar hemen onun çevresinde insanı şaşkına çeviren harika bir gölet..



1843 'te kurulan bu dünyanın en eski eğlence parkının içinde yok yok. Göletin etrafı birbirinden lezzetli restaurantlarla dolu. Göletin içinde yüzen gondollarda yemek yemek de mümkün. Burda sanki yılın her günü cadılar bayramı gibi ışıklarla donatılmış. Parkın diğer tarafında big band orkestra harika bir müzik şöleni sunuyor.Bunların yanında Tivoli'nin içinde barındırdığı konser salonları, dev akvaryumlar , pandomim tiyatroları , ve üniformalı gençlerden oluşan "Tivoli Boys Guard" orkestrası da belirli saatlerde hizmet sunuyor. Saatler 22:00'ye doğru yaklaşırken hava apaydınlık olmasına rağmen artık şu çığlık makinelerini denememiz gerektiği kararına varıyoruz. İlk durak şeytan tren "Daemonen". İnsanı çileden çıkarır şekilde çok yüksek bir yokuşu tırmanıpi en sonunda yavaşlayıp bir anda kendinizi yerde bulduğunuz şu meşhur trenlerden. Nitekim trenin bir noktasında otomatik olarak çekilen resim çıkışta korkudan bacaklarımız titrerken bir yandan da çığlık çığlığa bir gülme krizine yakalanmamıza sebep oluyor :)









Rezil rüsva korkak resimlerinizin Daemonen'in çıkışında tüm ekranlarda verilmesi de cabası!


Tivoli'ye rezil olduktan sonra ben en önde hiç de korkak olmadığımı ispatlamak için şu kocaman kuleye doğru koşuyorum.
Bu kulenin ismi "Golden Tower" . Altın olup olmadığını bilemem ama sadece bir koltukta ayaklarınız aşağıya sallanarak çıktığınız 60 metreden bütün Danimarka'nın ucu bucağı görünüyor gibi. Manzara ne kadar güzelmiş diyip 5-6 saniyelik bir rahatlamadan sonra en beklemediğiniz anda taş gibi yere doğru çakılıyorsunuz. ikinci kez daha yavaşça yukarı çıkarken ancak 2. nefesi alabiliyorsunuz zaten. Yani süreç o kadar kısa ama o kadar insanın canından bişey alıyor :)














Bu noktada tüm Danimarka halkına Türklerin korkusuzluğunu göstermiş olduğumuza inanıp 80 metre yükseklikte salıncaklarla döndüren "Star Flyer" a binmeme kararını alıyoruz. :)


Bu noktada daha az korkunç olduğunu düşünüp 10000 kere yanıldığım bir alete doğru koşuyorum. En önde koşarak binmem etraftaki herkesi etkilemiş olmalı. Bu yeni dostumuzun ismi "The Dragon".


Benim koyduğum isim ise "Shaker" çünkü dünyanın kaç bucak olduğunu ona binince anlıyorsunuz. Fizik kurallarını yıkarcasına aynı anda hem sağa sola dönüyor, hem alçalıp yükseliyor, hem büyük bir daire çiziyor hemde öne ve arkaya yatıyor.Ve bu işkence çok ama çoook uzun sürüyor!!! Kimsenin beni anlayamayacağını unutmuş olmalıyım ki avazım çıktığı kadar "Durdurun" diye yalvarmak zorunda kalıyorum ama nafile .. Boyun ve bel fıtığı olduğuma kesin kanaat getirerek daha yumuşak oyuncaklara doğru yol alıyoruz! Bir süre hiç konuşmadan 7-10 yaş arasının tercih ettiği dönme dolaplara , hızlı (!) trenlere , korku tünellerine falan biniyoruz. Zaten parkın en vahşi araçları bizim tarafımızdan tüketilmiş ve itinayla denenmiş oluyor.











Hava kararırken harika bir müzik eşliğinde büyük gölette yapılan su gösterileri biraz olsun yatışmamıza ve keyifli dakikalar geçirmemize yol açıyor. Dev canavarların yavaş yavaş kapanmasıyla çığlıklar azalıyor , karanlık korku oyuncaklarını gizliyor ve Tivoli gerçekten ışıklar içinde bir huzur ülkesi haline geliyor.






Ertesi güne bacaklarımız ve kollarımız tutulmuş kimi uzuvlarımız morarmış olarak uyanıyoruz. Ama eğlenceye sonuna kadar değiyor. Akşam saatlerindeki uçağımıza kadar tekrar gündüz Nyhavn ziyaretlerimizi , son mağaza keşiflerimizi ve park ziyaretlerimizi gerçekleştiriyoruz. Ziyaretimizden önce gittiğimiz Berlin'e göre buranın parkları çok çok daha bakımlı. Moda dergilerinden fırlamış gibi görünen Danimarka halkı kendini parkların çimenlerine atmış. Nyhavn'da ise daha çok yabancılar çoğunlukta. Yoğun kalabalığın bir kısmı barlarda biralanırken diğer kısım da feribotlarla gezinti peşinde. Biz fotoğraf çekerken neşeyle bize el sallıyorlar:)

Saatlerimiz 17:00 yi gösterirken bu güzel minik şehre vedamızı yapıp güzeller güzeli havaalanımıza doğru yol alıyoruz. Türkiye -Almanya milli maçını orda izleyip uçağımızla Berlin'e dönüş yapacağız. Ancak Easyjet yapacağını yapıyor; biz acaba maçı izleyebilecek miyiz derken maç bitiyor , mağazalar kapanıyor , uçaklar iniyor kalkıyor bizim uçak hareket edeceğe benzemiyor. 5 saat rötar sonrasında Kopenhag'ın bir türlü kararmayan havası bile kararıyor ve biz de Kopenhag ile Malmö'yü birbirine bağlayan 15 km uzunluğundaki Öresund köprüsünün harika manzarası eşliğinde bulutlara yükseliyoruz. :)