Google Analtytics

26 Ekim 2009 Pazartesi

I ♥ CPH (2)

Bu şehre adımımızı ilk attığımız saatlerde otelimizin yakınlarından gelen acı çığlıklar ve bağırışlar ve sanki doğranıyormuş gibi bağıran senkronize insan sesleri birbirimize korku dolu gözlerle bakmamıza yol açmıştı. Oysa bu efsane çığlıkların sebebi sadece bir eğlence parkı. Ve karşınızda İskandinavya'nın bir numaralı Avrupa 'nın 3. en büyük ve popüler eğlence parkı ; "Tivoli"!!!







Adam başı aşağı yukarı euro hesaplamasıyla 40 euro 'ya patlayan bir girişle çığlık makinesinin tam ortasındayız. İşin ilginç tarafı içeride çocuktan çok yetişkinler var. Bir trenin bitişinden, diğer trene doğru koşuşturuyorlar kalabalıklar halinde.


Çok düzlük bir ülkede , çok düzlük bir alana inşa edildiği için Tivoli'nin her köşesi önceden tahmin edemeyeceğiniz sürprizlerle dolu. Dev tren raylarının arkasına dolandığınızda inanılmaz yüksek bir kule, onun arkasına geçtiğinizde de ağaçlar tarafından gizlenmiş insanı çalkalayan bir canavar hemen onun çevresinde insanı şaşkına çeviren harika bir gölet..



1843 'te kurulan bu dünyanın en eski eğlence parkının içinde yok yok. Göletin etrafı birbirinden lezzetli restaurantlarla dolu. Göletin içinde yüzen gondollarda yemek yemek de mümkün. Burda sanki yılın her günü cadılar bayramı gibi ışıklarla donatılmış. Parkın diğer tarafında big band orkestra harika bir müzik şöleni sunuyor.Bunların yanında Tivoli'nin içinde barındırdığı konser salonları, dev akvaryumlar , pandomim tiyatroları , ve üniformalı gençlerden oluşan "Tivoli Boys Guard" orkestrası da belirli saatlerde hizmet sunuyor. Saatler 22:00'ye doğru yaklaşırken hava apaydınlık olmasına rağmen artık şu çığlık makinelerini denememiz gerektiği kararına varıyoruz. İlk durak şeytan tren "Daemonen". İnsanı çileden çıkarır şekilde çok yüksek bir yokuşu tırmanıpi en sonunda yavaşlayıp bir anda kendinizi yerde bulduğunuz şu meşhur trenlerden. Nitekim trenin bir noktasında otomatik olarak çekilen resim çıkışta korkudan bacaklarımız titrerken bir yandan da çığlık çığlığa bir gülme krizine yakalanmamıza sebep oluyor :)









Rezil rüsva korkak resimlerinizin Daemonen'in çıkışında tüm ekranlarda verilmesi de cabası!


Tivoli'ye rezil olduktan sonra ben en önde hiç de korkak olmadığımı ispatlamak için şu kocaman kuleye doğru koşuyorum.
Bu kulenin ismi "Golden Tower" . Altın olup olmadığını bilemem ama sadece bir koltukta ayaklarınız aşağıya sallanarak çıktığınız 60 metreden bütün Danimarka'nın ucu bucağı görünüyor gibi. Manzara ne kadar güzelmiş diyip 5-6 saniyelik bir rahatlamadan sonra en beklemediğiniz anda taş gibi yere doğru çakılıyorsunuz. ikinci kez daha yavaşça yukarı çıkarken ancak 2. nefesi alabiliyorsunuz zaten. Yani süreç o kadar kısa ama o kadar insanın canından bişey alıyor :)














Bu noktada tüm Danimarka halkına Türklerin korkusuzluğunu göstermiş olduğumuza inanıp 80 metre yükseklikte salıncaklarla döndüren "Star Flyer" a binmeme kararını alıyoruz. :)


Bu noktada daha az korkunç olduğunu düşünüp 10000 kere yanıldığım bir alete doğru koşuyorum. En önde koşarak binmem etraftaki herkesi etkilemiş olmalı. Bu yeni dostumuzun ismi "The Dragon".


Benim koyduğum isim ise "Shaker" çünkü dünyanın kaç bucak olduğunu ona binince anlıyorsunuz. Fizik kurallarını yıkarcasına aynı anda hem sağa sola dönüyor, hem alçalıp yükseliyor, hem büyük bir daire çiziyor hemde öne ve arkaya yatıyor.Ve bu işkence çok ama çoook uzun sürüyor!!! Kimsenin beni anlayamayacağını unutmuş olmalıyım ki avazım çıktığı kadar "Durdurun" diye yalvarmak zorunda kalıyorum ama nafile .. Boyun ve bel fıtığı olduğuma kesin kanaat getirerek daha yumuşak oyuncaklara doğru yol alıyoruz! Bir süre hiç konuşmadan 7-10 yaş arasının tercih ettiği dönme dolaplara , hızlı (!) trenlere , korku tünellerine falan biniyoruz. Zaten parkın en vahşi araçları bizim tarafımızdan tüketilmiş ve itinayla denenmiş oluyor.











Hava kararırken harika bir müzik eşliğinde büyük gölette yapılan su gösterileri biraz olsun yatışmamıza ve keyifli dakikalar geçirmemize yol açıyor. Dev canavarların yavaş yavaş kapanmasıyla çığlıklar azalıyor , karanlık korku oyuncaklarını gizliyor ve Tivoli gerçekten ışıklar içinde bir huzur ülkesi haline geliyor.






Ertesi güne bacaklarımız ve kollarımız tutulmuş kimi uzuvlarımız morarmış olarak uyanıyoruz. Ama eğlenceye sonuna kadar değiyor. Akşam saatlerindeki uçağımıza kadar tekrar gündüz Nyhavn ziyaretlerimizi , son mağaza keşiflerimizi ve park ziyaretlerimizi gerçekleştiriyoruz. Ziyaretimizden önce gittiğimiz Berlin'e göre buranın parkları çok çok daha bakımlı. Moda dergilerinden fırlamış gibi görünen Danimarka halkı kendini parkların çimenlerine atmış. Nyhavn'da ise daha çok yabancılar çoğunlukta. Yoğun kalabalığın bir kısmı barlarda biralanırken diğer kısım da feribotlarla gezinti peşinde. Biz fotoğraf çekerken neşeyle bize el sallıyorlar:)

Saatlerimiz 17:00 yi gösterirken bu güzel minik şehre vedamızı yapıp güzeller güzeli havaalanımıza doğru yol alıyoruz. Türkiye -Almanya milli maçını orda izleyip uçağımızla Berlin'e dönüş yapacağız. Ancak Easyjet yapacağını yapıyor; biz acaba maçı izleyebilecek miyiz derken maç bitiyor , mağazalar kapanıyor , uçaklar iniyor kalkıyor bizim uçak hareket edeceğe benzemiyor. 5 saat rötar sonrasında Kopenhag'ın bir türlü kararmayan havası bile kararıyor ve biz de Kopenhag ile Malmö'yü birbirine bağlayan 15 km uzunluğundaki Öresund köprüsünün harika manzarası eşliğinde bulutlara yükseliyoruz. :)






























































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder