Google Analtytics

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Ich bin ein Berliner.. (1)

BERLİN İN BERLİN..

İkinci durağım olarak Berlin'i yazmaya karar verdim. Sokakları,havasını,binaları ve kafelerini o kadar özledim ki sürekli resimlerine bakarken buluyorum kendimi.

Berlin'e gitmeden önce bir sürü guide ısmarlamışız zaten kafamızda nerelere gideceğimiz belli gibi. Ama geldiğimizde bu kadar iyi bir şehir bulmayı pek beklemiyorduk. Klasik yurtdışındaki ilk tercihlerimizden Park Plaza 'nın otelin Wallstrasse yani bildiğimiz Wallstreet 'in Berlin versiyonunda olmasından dolayı dolar desenli yumuşacık halılarının üzerine kurulmuş kocaman yatağımız.. İçimizde şehri keşfetme heyecanı ile alelacele giyinip sokaklara çıkıyoruz. Otelimizin tam karşısında metro girişi var.
Burdaki ilk amaç şu meşhur Alexanderplatz 'a ulaşmak. Berlin'de bu pek de zor değil. Gökyüzünün derinliklerine kadar uzanan devasa metal kuleyi nerdeyse şehrin heryerinden görebiliyorsunuz.Onu takip ederek Alexanderplatz'a varıyoruz.Alexanderplatz 'a doğru yürürken yanından geçtiğimiz parklar pek bir bakımsız. Çimenleri sararmış kupkuru olmuş. Sokaklar da nedense biraz boş, daha canlı bir şehir beklentisindeyiz ki birbirimize "Neden boş acaba?" diye sorup duruyoruz.

Karnımız yolculuk sonrası oldukça aç. Ben yine Avrupa'ya ayak basmış insan heyecanıyla Alman sosisleri , prosciutto lar, Danimarka salamları yemek peşindeyim. Aradığımız yeri bulmak zor olmuyor. Hemen bir pub a oturuyoruz.Peynir ve jambon tabağı eşliğinde biralarımızı yudumlarken bir yandan nereye doğru yürüyeceğimizin planlarını yapıyoruz.

Araştırmalarımıza göre en popüler yerler Mitte, meşhur Galleries La Fayette'in de olduğu daha pahalı mağazaları barındıran Französische Straße çevresi ve Kurfurstendamm.
Kreuzberg 'den çok Türk olduğu için mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyoruz. Amaç has be has Berliner yerleri keşfetmek :)

ALIŞVERİŞ TURU BAŞLASIN...

Mitte'nin 70'li yılları yansıtan mimarideki binalarının arasında dolaşırken birsürü küçük kafelere , binaların avlularına yayılmış butiklere rastlıyoruz. Hava hafif serin ,sweatshirtle yürümek iyi geliyor ama Berlin halkı sokaklara atılmış kısa kollularla.
Sokaklarda her yan graffitilerle dolu. Daracık girintilerden kafamızı sokunca kendi tshirt lerini basan bohem dükkanlardan tutun, ufacık sanat galerileri gibi küçük sürprizlerle karşılaşıyoruz.
Heryerde %50 indirim yazılarının olması beni ayrıca pek bir mutlu ediyor tabi. :)



Rosenthaler Straße 'de içine girdiğimiz pasajvari ama tepesi açık alışveriş bölgesi bana Londra'nın Carnaby Street 'ini hatırlatıyor.
Bu meydanın ortasında çok ufak ,ağaçlar içinde bir kafe /şarapevi var. (Amicvs Vini )
Buranın içinde o kadar çok şey beğeniyorum ki ilk günden kendime hakim olma sıkıntısına giriyorum :)
Rosenthaler -Torstraße - Rosa Luxembourg - Münzstraße dörtgeninde hiç beklemediğim kadar güzel , rahat ve moda-yaşam-sanat konusunda gelişmiş,sadece Mitte'siyle Newyork'un ya da Londra'nın SoHo 'suyla karşılaştırılabilecek bir Berlin'le tanışıyorum. Ve tatilimin her gününü burda geçirmek istediğimi artık biliyorum.

DINNER TIME..


Akşam Jägerstraße üzerindeki "Guy" Restaurant'ta rezervasyonumuz var. Oraya ulaşmak için yürürken kocaman bir meydana varıyoruz. Berlin Devlet Tiyatrosu'nun görkemli binasının yanısıra Schauspielhaus Tiyatro Binası ve Französische Fiedrichstadtkirche 'nin bulunduğu bu eski meydan da Berlin'liler şaraplarını yudumlarken neredeyse her restaurant'ın açık alanında kemancılar klasik müzikle eşlik ediyorlar.


Sonuç olarak Guy 'e varıyoruz. Kocaman bardaklarda gelen şaraplarımızla , küçücük ama leziz porsiyonlarla gelen yemeklerimizin tadına varıyoruz. Güleryüzlü personel ve ambiyans ödediğimiz fazlaca euroları (+-100 euro) bize unutturuyor ve Berlin'deki ilk günümüz tatmin olmuş bir şekilde sona eriyor :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder