
Bu arada odada saç kurutma makinası yok ve bende unuttuğum için yıkandıktan sonra hastalanmamak için şapka atkı ne varsa takıp takıştırıyorum.

Amsterdam 'da bizim gibi erken uyanmış . Şehrin içine doğru girdiğimizde ilk gördüğümüz fırına girmek istiyoruz. "Bakkerij" .. Sanırım burdan merhaba bile demeyi öğrenemeden gideceğim :)
Sandviçlerimizi ve muzlu çilekli meyve sularımızı alıp kanalın kenarında kahvaltımızı ediyoruz.
Bu arada geldiğimiz ilk dakikalarda solda gördüğümüz küçük bir tobacco shop a giriyoruz. Çeşit çeşit sigaralar ve aksesuarlar var. Sigara içmeyen ben bile özeniyorum ve sevimli pembe renkli vanilya aromalı sigaralar alıyoruz(Pink Elephant). Tabi bir de son derece turist işi bir Amsterdam çakmağı.
DAM & MAGNA PLAZA KEŞFİ...
Bugün için planlar biraz daha kapsamlı. "Dam" dedikleri yere doğru gideceğiz. Değişiklik olsun diye tramvaya biniyoruz. Aslında bir ya da iki sonraki durak. Ama orda binmedik demeyeceğiz :

Tramvay 'ın 1 saati 2.60 euro. O bir saat içinde istediğin kadar binebiliyorsun ama hep binmeye kalksan ciddi bir meblağ gözden çıkarmak gerekiyor. O yüzden yürümenin verdiği hazzı bir kere daha anlıyoruz :)
Dam 'un tam ortasında ünlü Madame Tussaud müzesi var. Ama biz meydandaki heybetli binanın içini daha çok merak ediyoruz ve vakit kaybetmeden oraya gidiyoruz.

Dom'un çevresindeki sokaklar bir hayli "dolu". Heryer graffiti. Bu sokak sanatını nedense çok seviyorum nerde graffiti görsem önünde resim çektiresim gelir. Ama bu kez benim çektiklerim daha güzel!! Bol bol polaroid çekiyoruz tabi . Makinama kavuştum kavuşalı elimden düşmüyor.


Ara sokaklarda dolaşırken eski kitap satan standlara ve çiçekçilere rastlamak mümkün. Özellikle Kuzey ülkelerinin çiçekleri ve meyveleri sıcak ülkemize alışmış bizlere çok farklı geliyor. Mesela çilek.. Daha sonra ziyaret ettiğim kuzey ülkelerinde rastladıkça çilek meyvesinin burda bambaşka bir tad ve ziyafete dönüştüğünü görüyorum. Kanal kenarına kurulan çiçek to

İlerleyen saatlerde Pınar ve Bürge'yle buluşuyoruz. Adidas ve H&M den yapılan acil alışverişlerimizden sonra hafif atıştıran yağmur eşliğinde Spui Centrum'da beraber kahve içiyoruz.
Akşam yemeğinde ise beraber olamayacağız. Çünkü biz The Police konserine gidiyoruz. Bunun için hiç oyalanmadan tramvayla otelimize gidip üstümüzü değiştirip, Central Station 'dan trene atlayarak Amsterdam Arena'ya varıyoruz. Gece kulaklarımızda Sting'in sesiyle sona eriyor.
I'll send an SOS to the world
I'll send an SOS to the world
I hope that someone gets my
I hope that someone gets my
I hope that someone gets my
message in a bottle...........

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder